23 Kasım 2007 Cuma

yeniden koşmak...rahatlatıcı bir duygu :)

Bugün yeni bir spor programına başladım ki yeniden spor yapmaya başlamak beni her ne kadar yorsa da huzur verdiği için bırakmamam gereken birşey. Yeni programımız şöyle:
  1. 10X3 sırtüstü yatarak bacağı karna çekme ve dizi kırmadan aşağı indirme ve tekrar karna çekme. Bu esnada beli yerden kaldırmıyorsunuz ki bu nokta önemli. Bu ayki Men's Health Journal'ı alın resimli olarak anlatılıyor. Bu hareket 2 ay yapılacak ki olimpiyat sporcularının antremanı için altyapı çalışması. Bu hafta barfiks demirim de gelecek ve yaza baklalı bir karın inadımda ciddi olduğumu görecek dünya alem :) Mekiği bıraktım çünkü hazırlığını yaptığım hareket mekiğin çok ötesinde gelişme sağlayacak. MHJ alın öğrenin ;)
  2. Çok yeni bir şey değil bu, 12x4 şınav. set araları 30sn dinlenme var. Burada sayı 20'ye kadar artacak zamanla, daha sonra da set sayısını arttıracağım.
  3. Herkese en zor gelecek kısım ki benim en çok sevdiğim kısım aynı zamanda: Her zamanki eğimli İzkent-Evka-1 parkurumda 3km'lik koşu. Hayatta yapmaktan çok zevk aldığım bir şeyi daha bulmuş oldum bu sene. Soğukta mevcut mesafe bile baya yorucu oluyor, havalar ısınınca mesafe +6km'ye çıkacak. Evden Karşıyaka olayını gerçekleştireceğim :)
Yoruldum bir film izleyip yatacağım, yarın tüm gün Jonathan'a ev bakmakla geçeceği için yorulacağız, biraz dinlenelim. Herkese bol sporlu günler ;)

19 Kasım 2007 Pazartesi

hayırlı olsun Deniz ;)

Bu arada yazarlarımızdan Deniz bugün REAL'de Medya-elektronik Kategorisi satın alma uzmanı olarak kariyerinde yeni bir sayfa açtı, hayırlı olsun diyoruz, umarım uzun soluklu bir yükseliş sürecinin sağlam bir ilk adımı olur senin için.

İstanbul'a gidince kalabileceğimiz bir evimiz daha oldu ama gidemiyoruz orası ayrı :)

çizgi mi yoksa algılarımızın oyununun bir yanılsaması mı?

Bu aralar pek yazmak gelmiyor içimden ama Görkem'in yazısının üstüne aklıma gelip de üşengeçlikten bir türlü yazıya dökmediğim bir iki düşüncemi somutlaştırayım. Önceki blogumda da aslında buna benzer şeyler yazıp çizdim ama özetlemek gerekirse ben diyorum ki: aslında hayattaki herşey bizim algılarımızın oluşturduğu bizim dışımızdaki şeylerim bizim yorumumuza göre şekillenmiş bir yanılsamasındar ibarettir. Cümleyi ne kadar uzatırsanız o kadar karışık görünüyor o yüzden çok sevdiğim örnek olan ilişkiler üzerine düşünceyi açayım. Karşı cinse karşı olarak ilginiz genelde en yakın arkadaşlarınızdan bile farklı olur, çok beğendiğiniz karşı cins, hemcinslerinizce pek de çekici bulunmaz, size göre ise mükemmele yakın bir insan vardır karşınızda. Bu düşünceyi ne kadar çok düşünürseniz o kadar çok bağlanırsınız ve o kişi sizin için o kadar üstün bir niteliğe büyünür, işin dozajı kaçarsa tutkunun boyutu da kaçar, hayatınız onun erafında döner. Gün gelir de ilişki biterse bu çizginin bir anda diğer tarafında bulursunuz kendinizi ve belki de bir süre bünye olarak yamursunuz, toparlanmanız uzun sürebilir ama er ya da geç toparlanırsınız çünkü algılarınız da bu yeni duruma uyum sağlamaya başlar ve önce durum bu sefer size de garip gelir, nasıl oldu da bu insanı bu kadar gözünüzde büyüttüğünüzü düşünürsünüz, o da kalabalığın bir bireyidir ve pek değil, hiç mükemmel değildir, hatta daha önceden hiç dikkatinizi çekmeyen bir sürü kötü yanını görmeye başlar ve kendi kendinize şaşarsınız nasıl oldu da onu bu kadar mükemmelleştirdiniz.

Tıpta kullanılan ağrı giderme yöntemleri ile de benzeşir bu durum, belki de insan beynin normal işleme sürecidir. Ağrıyı aslında tedavi edemez tıp sadece onu hafifletme veya bir başka şeyle perdeleme yoluna gidilir, sinir sistemimizin dikkati bir nevi başka yere çekilir ve acı hissedilmemeye başlar.

Peki bu durumda ne yapabiliriz? Pek birşey değil :) O anın geçicici olduğunu bilmek ve anın tadını çıkarmak tüketimci bir birey olmak anlamına gelse de kendini fazla kaptırmadan yapmak istediğini o anda yapmak belki de seçilmesi gereken yöntemdir, bilmiyorum...

15 Kasım 2007 Perşembe

Mutluluk ve mutsuzluk arasındaki ince çizgi

Uykusuzluğun 40. saatinde, tatlı bir sarhoşluk ve yarına yetişecek makalenin getirdiği çöküntünün küflü tadıyla, karnımdan bazı sesler geldi.

Önce şuraya gidiniz efendim:
http://oddchick.com/albumfunnypics/slides/LetterofThanks.jpg

Durağan koşullar ne olursa olsun, ruh halimizin ve hayattan aldığımız keyfin özeti, sadece koşullarımızdaki sıradışı değişiklikler.

mutluluk = dk/dt { k=koşullar }

Yani diyor ki, bir insan yavrusu bugün piyangoya konsa (1 trilyon lira, ya da yeni bir sevgili olabilir bu piyango) mutluluğu tez zamanda yine normal 'nötr' düzeyine ulaşır, ta ki elindekini kaybedene dek. Elindekini kaybedince de, ilk etapta çok fena yıkılsa da zamanla yine 'nötr' düzeye erişir.

Ses, koku, tat duyularımız da böyle değil mi? Bir odada uzun süre kaldığınızda, artık o odadaki durağan koku sizin için belirginliğini yitirir. Sürekli aynı yemeği kaşıklarsanız, ilk lokmalardan sonra tadı giderek nötrleşmeye başlar. Bu yüzden turşu bu kadar popüler değil midir?

Çalan parça: Al Jarreau - Take Five (balkaymak)

11 Kasım 2007 Pazar

Resimleri "AB istemiyor" diye... Heykelleri "Kendisine benzemiyor" diye...
Kurduğu cumhuriyet "Eskidi, ikincisini kuracağız" diye...
Yatırımları "Özelleştireceğiz" diye...
Çizdiği sınırlar "Büyük Ortadoğu Projesi'ne uymuyor" diye...
İlkeleri "Demokratikleşiyoruz" diye...
Devrimleri "Millete dönüyoruz" diye...
Kaldırılılmak istenirken, yüce önderimizi bize bıraktığı mirasa sahip çıkamamanın utancıyla andık...
(Akif Kökçe)

8 Kasım 2007 Perşembe

emperyalist düşünce şekli...

Cumhuriyet'in ilanından sonra, İstanbul'da bir resepsiyon verilir.
Tüm Dünya Ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir.

Davet güzel bir şekilde devam etmektedir, fakat İngiliz ataşesi olan Binbaşının bakışları Atatürk‘ün gözünden kaçmaz.
Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.

Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.
Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
Paşam; kendisine size karşı neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.

Bunun üzerine Atatürk şöyle der:
- Git sor bakalım basının Çanakkale'de ne işi varmış?...

6 Kasım 2007 Salı

Para ne zor toplanıyor, ne kolay harcanıyor...

Habertürk'ün 70 milyon yurttaşın katıldığı Mehmetçik kampanyasında toplanan para 80 trilyon...
Öte yandan Çankaya Köşkü'nün Hayrünnisa Gül'ün istediği şekilde tadil edilmesi için bütçeye konan para 30 trilyon... Başbakan'a alınacak uçak 50 trilyon...
Ediyor toplam 80 trilyon...
Para ne zor toplanıyor, ne kolay harcanıyor...
Öyle değil mi?

Melih Aşık, 07.11.2007, Milliyet

4 Kasım 2007 Pazar

8mm kameralar

En az bir sinema tutkunu olduğunu biliyorum bunu okuyacaklar arasında, öyleyse kısa da olsa yazayım gitsin!

Serkan'la laf çalarken, şu adreste oldukça eğlenceli vakit geçirdik:

http://www.kolumbus.fi/puistot/collect.htm

Bazılarında motorlu zoom bile var, çok teknolojikler yani. Şimdiye kadar Serkan'ı anlamazdım o kamerayı neden tutuyor elinde diye, ama şimdi anlıyorum. Bu aletlerin garip bir albenisi var.

3 Kasım 2007 Cumartesi

Ortak blog?

Şuana kadarki 48 yazının +40 tanesi benim olduğunu görünce düşünmeden edemiyorum, ortak blog mu yapıyoruz biz şimdi? Eski blog'umdan tek farkı kişisel içerikli yazılara sahip olmayan gene kendi blog'um ama isim farklı, adres farklı. Yazarlarımız bu konuda ne düşünüyorlar acaba, yoksa ben çok yazıyorum da bana mı yetişemiyorlar ama haftada bir yazı yazsalar bile belli bir yazı sayısına ulaşırdık sanırım...

Sanal alışveriş: ereyon

Doğum günümde kendime bir güzellik yapıp dizüstü bilgisayar aldım :) Ayşegülün klimasının kalan taksitlerini peşin ödeyip Axess'e nefes aldırdıktan sonra siparişimi verdim. Pazartesi gününden itibaren peşin sıra dolaştırabileceğim bir bilgisayarım olacak :D

Bu sabah EREYON'dan sipariş verdim, pzt ya da salı günü elimde geçer sanırım.
Neden burayı tercih ettim:
1) Sonuçta online alışveriş yapıyoruz, sorun çıkarsa İstanbul ile uğraşmak yerine doğrudan İzmir ile muhattap olacağım.
2) Fiyatları bu hizeti verenler arasında en iyilerinden biri, peşin fiyatına taksit sayısı azmış gibi görünsede Axess'e 12 taksitte gene de Hızlıal'ın peşin fiyatından (896YTL, RAM'ler Kingston) daha ucuza geldi.

Sistemlerinde bir sorun var yalnız, alışveriş sepetiniz pek saklanmıyor ve uçuyor, bir bakıyorsunuz sepet boş.
Bu alışveriş sonrasındaki deneyimime göre bu siteyi ya tanıdıklara tavsiye edeceğim ya da uzak durmalarını söyleyeceğim ki aynı günde siparişi kargoya vererek takdirimi kazandılar.

Neleri ne kadara aldım:
  • 2 X Veritech 1 Gb, 667 Mhz, Sodımm: 2 X 30,01 X 1.18 = 70,83 YTL
  • 1 X Msi M670 Amd Athlon 64 X2 Dual Core TK-53 : 1 X 663,45 X 1.18 = 782,88 YTL
  • kargo: 3,99 YTL
  • Toplam: 893,44 YTL (Akbank Axess, 12 taksit, faiz oranı baya düşük) Peşin fiyatı 850-860 arası birşeydi.
Süreç:
  1. sipariş verildi: 03.11.2007 Cmt 07:50
  2. Akbank'tan arayıp ödemeyi onayladılar: 03.11.2007 Cmt 12:00
  3. sipariş durumu kargoya verildi oldu: 03.11.2007 Cmt 15:00
  4. UPS'den kargo iletiminin 05.11.2007 Pzt'ye planlandığına dair bilgilendirme iletisi geldi.
Hepsiburda'da benzer şekildeki sipariş: 940 YTL'ye maloluyor. Peşin alırsanız dahi ereyon daha iyi fiyat sunuyor; sadece dizüstünün peşin fiyatı hepsiburda'dan 50 YTL daha ucuz. İzmir'de oturan birinin aradığı ürünü burada bulması durumunda İstanbul merkezli firmalardan alışveriş yapması çok da mantıklı değil bana göre. Ben bundan sonra ereyon'dan alışveriş yapmaya devam edeceğim; Kargodan alakasız birşey çıkarsa haberdar ederim gene :)

1 Kasım 2007 Perşembe

Melih Aşık'tan Erdal İnönü'ye dair anılar

Erdal Bey'e, hiç sıcak bakmadığı siyasete yıllar sonra neden girdiğini sorarlar. Yanıt müthiştir:
- Ülkemi benden daha kötüleri yönetmesin diye!
------------
Hikmet Çetin anlattı... Erdal İnönü'ye hakaret eden bir partilinin ihracı konuşulmaktadır.. Yardımcıları partilinin ihracında ısrar ederler... Erdal İnönü ise karara karşı çıkmaktadır... Sonunda dayanamaz, tartışmayı şu sözlerle bitirir:
- Adam size küfretmemiş ki, bana etmiş... Size ne oluyor?
------------
Erdal Bey fanatik bir sigara düşmanıdır, Parti Meclisi toplantılarında duman altı olmaktan fena halde rahatsızdır. Bir Parti Meclisi toplantısında ilk sözü:
- Bundan böyle bu toplantılarımızda sigara içilmeyecek,
olunca arka sıralardan bir üye:
- Bu kararınızı oylamaya sunsak efendim, diye itiraz etmeye kalkışır. İnönü'nün cevabı:
- Antidemokratik isteklerde oylama olmaz!
------------
Seçim otobüsüyle bir yere gidiliyor. Otobüsün kornası aniden bozulmuş, ötüp duruyor. Şoför otobüsü sağa çekip durdurmuş, arızayı gidermeye çalışıyor ama nafile. Yolculardan birinin şoföre:
- Kablosunu kopar, diye akıl verdiğini duyan İnönü itiraz ediyor:
- Durun yav, koparmayın. Bir derdi var ki inliyor. Meselenin köküne inelim...

30 Ekim 2007 Salı

Faşist kamuoyunun yükselişi

Milliyetçilik görüntüsü altında faşizmin yeniden yükselişe geçmesi değildir de nedir bugünkü yaşadıklarımız? Avrupa'daki Türkler bayrağı türk bayrağı olmayan ülkelerde Türk bayrakları asarken aferin diyenler, burada birisi Irak bayrağı assa ne derler tahmin etmek pek de zor değildir. 84'ten bu yana Kürt sorununu ordu ile çözmekten başka birşey yapmamış devlet, anadoluya ne vermiştir ki Anadolu halkından ne desteği beklemektedir

Toprak reformu yapabilmiş midir, insanlarını sefaletten kurtarabilmiş midir, nasıl bir aydınlanma eğitimi vermiştir, sağlık hizmeti götürebilmiş midir, yol, su, elektrik ne kadar köye ulaşmıştır, insanlara kendi dillerini kullanma özgürlüğü verebilmiş midir? Batı Trakya'da Türklerin kültürlerini yaşamalarını engelliyorlar diye saydıranlar Kürtlere de aynısını yapmıyorlar mı? Soruların sonu yok ama bunların cevapları da çok açıkken faşist, kaypak kamuoyunun aklı fikri silahla mücadele, kimse bu sorunun köküne inme gayreti içinde değil.

Anadolu insanı başkaldırmıyor da neden Kürtler böyle yapıyor diyenler ise gene demogoji yapmaktan öte gitmiyorlar. Anadolu insanında hemen hemen herkesin iyi kötü toprağı var, insanca yaşayamayanların sayısı her ne kadar çoksa da en azından kendi karınlarını doyurabiliyorlar. Ağlamayana meme vermiyorlar bu devirde...

Ne zaman adam oluruz? Zor ama, günün birinde gerçekten önyargısız olarak kendi başımıza düşünebildiğimizde...

28 Ekim 2007 Pazar

Acımadan 50GB film silmek...

Hasta olup (burun akıntısı ve buna bağlı burun kanaması, öksürük, boğaz ağrısı) 2 gün boyunca yatakta kalınca el mahkum sık sık film izledim, bu kadar filmin izlenmesi ondan, yoksa üniversitedeki günlerime geri dönüyor değilim :) Ama bu arada birşeyi farkettim, sırf arşiv yapıyor olmak için izlemeyeceğin filmleri indirmek ya da izleyip de çok sıradan olduğunu düşündüğün filmleri saklamak yani başkalarını düşünmek çok gereksiz. Arşivi kendin için mi yoksa başkaları için mi yapıyorsun? Neyse , bunu düşündükten sonra ani bir kararla, izlenmeye ve arşivlenmeye değmeyecek filmleri şift deleyt ile acımadan sildim ve toplam 50 GB yer kazancım olmuş oldu. Bundan sonra da film indirirken dikkat edeceğim. Herkes kendi filmini kendi indirsin diyerek de bencil bir duruş segileyerek yazıyı bitireyim :P

Gloria Jean’s Coffees

kaynak: http://www.yuzde52.org/hg_terziler.php

alıntıdır:
Gloria Jean’s Coffees dünyanın en büyük kahve zincirlerinden biri. İlk mağazasını açtığı 1996’dan bu yana mağaza sayısı 24 ülkede 700’e ulaştı. 25’i İstanbul’da olmak üzere 40 mağazayla Türkiye bu ülkeler arasında ikinci sırada geliyor. Gloria Jean’s günlüğü yarım dolara çalıştırılan işçilerin topladığı kahvenin kilosunu 22 sentten alıp 200 dolara satarak bir uluslararası kapitalizm mucizesi yaratmakla kalmıyor, ilginç oturma tarzlı mağaza tasarımlarıyla da İstanbul sokaklarına, tükeniş kültürünün kaba teşhirini yapıyorlar.

Hemen hemen her büyük caddede size doğru oturmuş, hatta “yayılmış” kahve içen insanların fütursuzluğuna karşı biz de boş durmadık. Gloria Jean’s’in “misafir”leri fincanına 6 milyon verip yayıla yayıla kahvesini içerken biz de dışarıdan nasıl göründüklerini kendilerine göstermek için iki boy aynasıyla İstiklal Caddesi’ndeki iki Gloria Jean’s’in karşısına dikilerek bir eylem yaptık. Bu arada “misafir”lerine çok kibar davranan garsonlar, bize karşı pek kibar sayılmazlardı. Ama içeride oturanların (önce şaşkınlıkla, sonra kızgınlıkla, sonra umursamayarak) “kendilerine” bakmalarına engel olamadılar. Oradan geçenler önce cama yaklaşıp ne tuttuğumuza odaklandı, sonra aynalardan cesaret alarak doya doya Gloria Jean’s’e baktı.

Yavaş yavaş birçok dükkana yayılan Gloria Jean’s oturma tarzında insanlar kendilerini vitrine çıkarıyor; belki eşzamanlı bir bakma ve bakılma hazzını yaşamaya çalışıyor. Onları kendilerine bakmaya zorlamamızdan niçin rahatsız oldular anlamadık. Sonuçta karşılaştıkları şey kendi görüntüleriydi. Böylece kibirli teşhirci Gloria Jean’s tarzı, ufak da olsa temel bir yara almış oldu. Bu arada hatırlatalım: Bu eylemi herkes bir cep aynasıyla da yapabilir! Madem görülmek istiyorlar, nasıl göründüklerini de bilsinler!

kaynak: http://www.yuzde52.org/hg_terziler.php

Mr.Brooks (2007)

Çok sıradan görünüşlü, gayet iyi durumda olan insanlarların da çok beklenmedik sırlara sahip olabileceklerini anlatan başarılı bir seri katil filmi. Çok ahım şahım değil ama izleyiciyi ekrana bağlamayı çok güzel başarabiliyor. Bu film aslında çok yazabilecek kadar malzeme barındırıyor ama bugün pek de yazasım yok, o yüzden kısa tutacağım.

İnsan Dünya üzerinde yaşayan en enteresan ve karmaşık canlı olduğunu çeşitli yöntemlerle sık sık gözler önüne sürüyor. Bu filmde öldürme dürtüsü ve bunun bağımlılık haline gelmesi ve acaba ailden mi geliyor yani genetik bir olay mı olduğunu izliyor ve düşünüyoruz. Çift kişiliğin etkisi altında olan Bay Brooks (Kevin Costner) 2 yıl ara verdiği dürtüsüne sonunda karşı koyamaz ve alışkanlığına geri döner; bunda diğer kişiliğinin yoğun baskısı da etkilidir. Bay Brooks oldukça uzun süredir bu hobiye sahip olduğu için işinde çok iyidir, her adımını çok dikkatli atar ve geride iz bırakmaz. Bir hatası ona pahalı malolacakmış gibi görünür ama zekasıyla izleyiciyi şaşırtmayı başarır. Filmin son kısmında çok şok edici bir sahne var ama... bu kısım sansürlü ki izleyecekseniz zevkinizi kaçırmayayım :)

İnsan nedir, normal nedir, dürtülerimizin ne kadarını dinlemeliyiz, her insanın sakladığı birşeyler mutlaka var mıdır, gibi sürüyle soru sormamızı sağlayabilecek bir gerilim filmi. Ben izlerken zevk aldım, tavsiye ederim ;)

Benim notum: 7.5 /10 (DVDrip/HLS/ed2k)

American Gangster (2007)


Ridley Scott yapmis gene yapacagini. PUKKA sagolsun 2 Kasimda ABD'de vizyona girecek filmi izleme sansina eristim ki Turkiye'de Ocak'ta vizyona girecek. Filme geri donersek sifirdan uyusturucu ticaretinde en tepe noktaya yukselen Frank (Denzel Washington) attigi her adimi tartarak atmaktadir ta ki adamlarina ogrettigi temel kurali yani satafatkş giyinip goze batmamayi esinin aldigi kurkle bozana kadar. Bir anda hem kotu polislerin hem de narkotikte ozel gorevli asiri durust dedektif Ritchie'nin (Russell Crowe) dikkatini cekecektr. Bundan sonrasi mafya, kotu polisler ve iyi polisler arasindaki bir oyuna donusecektir. Güzel bir senaryo, kaliteli oyuncular ve saglam bir yonetmenle kotu film yapmanin cok zor oldugunu gosteren sinemada beklemeye de degecek bir film ;
Benim notum: 9/10 (DVDScr/PUKKA/ed2k)

Masumiyet / Kader


Masumiyet (1997) (8.5/10)

Turk sinemasinin nitelikli eserlerinden biri olan Zeki Demirkubuz yonetimdenki bu film, gecen sene 'oncesi' olarak cekilen 'Kader'den daha sarsici ve yikici. Kader'deki dramin boyutu daha da artiyor ve film genel olarak Izmir'de geciyo ki tanidik mekanlar gormek de ayri bir tad. Oyunculuk da hep ust duzeyde.Filmde kullanılan argo dil arada doruk noktasına ulaşıyor ve karşılıklı 3 dakika kadar küfürleşme izliyorsunuz. Ben kulaklığa geçerek rahat rahat izledim filmi :) Film büyük ihtimalle çok düşük bir bütçeyle ve o zamanın sınırlı olanaklarıyla çekilmilş o yüzden görsel olarak bir Kader kalitesi beklemeyin. Filmin DVD'sinin kalitesi de çok iyi değil o yüzden UnSeeN iyi iş çıkarmış diyebiliriz.

Turk sinemasinin eli yuzu duzgun orneklerini seyretmek istiyorsaniz once 'Kader'i sonra da bu filmi izleyin ;)



(6/24/2007 tarihli eski blog yazımdan alınma)
Kader (2006) (9/10)
Bu ay içinde izlediğim Kader(2006) aşkın platonikliği üzerine iç burkucu, bu kadar da olmaz ki dedirten olaylarıyla izleyiciyi sarsarak rahatszı eden bir Zeki Demirkubuz yapımıydı. Eşini, çocuklarını, servetini, ve yer yer hayatını da geride bırakarak platonik biçimde aşık olduğu Uğur'un peşinde koşan Bekir, sürekli olay çıkardığı için şehir şehir Türkiye cezaevlerini dolaşan kabadayı/serseri Zagor peşinde şehir şehir dolaşan ve bu uğurda geçimini konsomatrislik yaparak sağlayan Uğur'un iç karartacı aşkl hikayesi. Bekir'inki karşılıksız bir aşktır ama Uğursuz yapamaz; Uğur'un peşi sıra şehir şehir dolaşır. Bu uğurda esrara başlamış, babasının halı dükkanın içini boşaltmıştır. İki tarafta bundan haberdir ve bununla yaşamaya çalışmaktadır. Uğur Bekir'i her kovduğunda Bekir ya geri dönmektedir ya da intihara teşebbüs etmektedir. Kader, sonunda iki taraf da yıpranmış ama peşinden koştukları aşkı elde edememiş bir şekilde ağlayarak sonlanır. Zeki Demirkubuz'un 1997 yapımı Masumiyet filminin hikayesindeki Uğur ve Bekir'in öncesidir bu yapım.

27 Ekim 2007 Cumartesi

Facebook'un ne kadarı gerekli?

Yazıda geçen google araması her koşulda işe yaramıyor ne yazık ki, çoğu zaman bulamıyorsunuz; ilkokuldan Ahu'yu bulabilmek için baya kastım ve zar zor bir email adresine sensen ses et diyerek mail atarak buldum :) Bir daha konuşmadığınız adamalarla ne kadar arkadaşsınız konusunda ise kesin birşey söylemek zor çünkü insan arada hata yaptık, keşke iletişimi koparmasaydık diye düşünebiliyor. Benim arkadaş sayım 104'ü buldu ama biri dışında hepsi de gerçekten bir dönem arkadaşom olmuş olan insanlar, tanımadığım kişileri eklemiyorum. Sadece bir kişi facebook yoluyla arkadaşım oldu o da dağcı olduğu için :) İlerde aktivite arkadaşı olacak anlayacağınız. Aktivite arkadaşı konusunda bu tarz sitelerin yararlı olduğunu düşünüyorum. Uygulama eklemek konusunda ise görüşüm olumsuz. "Movies" dışındaki tüm uygulamalar benim için gereksiz yere zaman kaybı oluyor. En son 'Vapires'ı da sildikten sonra elde pek birşey kalmadı zaten.

Radikal'den Pınar ÖĞÜNÇ çok güzel yazmış, bir kısmından alıntı yaptığım yazının tamamını okumak için tıklayınız.
Facebook denince herkesin dilinde bir 'Ay kaç yıldır görmediğim lise arkadaşımı buldum' var. Bu da genelde Kent şekerleri reklamları didaktik nostajisine yakın bir tonlamayla söyleniyor, Facebook'a laf etmeniz sizi doğrudan hissiz bir yaratık haline getiriyor. Lise diploma töreninizden sonra bir daha asla konuşma ihtiyacı hissetmediğiniz bir kişi ne kadar arkadaşınızdır? Ayrıca bütün bu insanlar Facebook kullanıcısı olduğuna göre internetle haşır neşirler demek. Madem merak ediyorsunuz, bir gün Google'a ismini yazsanız, çalıştığı iş yerinden, üye olduğu bir dernekten, bir yerden bulacaksınız belki. Ama bu sahici bir bulma ihtiyacını elzem kılıyor tabii.
Arkadaş listesinde 282 kişi bulunan bir kişi 282'sine o an ne yaptığını bildirmek, diğer 281'iyle nereden tanış olduklarını ifşa etmek zorunda mı? İki arkadaşımızın aslında tanışıyor olduğunu bir gün konuşurken keşfetsek de acayip şaşırsak, sinema ve müzik zevkimizi bir yerde bira içip fıstık soyarken yapsak...

Bir de tabii senkron sorunu var. Bakıyorsunuz iki arkadaş, Uluslararası Af Örgütü için sosyal sorumluluk bombardımanı bir projede çalışmışlar, biri fotoğrafında bikinili, diğeri margarita kadehinin kenarlarındaki tuzları yalıyor. Ya da meslek hanesine anaokulu öğretmeni yazmış, kırmızı seksi gece kıyafetiyle düzlemi birden değiştiriyor. Bilmem nerede müdür, bilmem ne üniversitesinde akademisyen... Tamam, tabii ki bunlar insani haller, zaten böyle çok yüzlü yaratıklarız, ama işte olmuyor, senkron kayıyor.
Bir de tabii çözemediğimiz vakit aritmetiği var. Hep arkadaşlıktan, arkadaş bulmanın faidelerinden dem vurduk, bir de gün içinde sempatik eklentilerle bir diğerini mıncıklamalar, ısırmalar, sanalından pasta ya da haydari ısmarlamaklar var. Başka hediye paketleri gidebiliyor ya da gün içinde dan diye bir arkadaşınız kendini nasıl bulduğunuzu değerlendirmenizi istiyor. Arkadaşlar birbirleri arasında karşılaştırılıyor, en şahaneleri seçiliyor. Koca koca insanlar, demek eğleniyorlar da, bize ne demek düşer, ama gerçekten bütün bunlara nasıl vakit bulunuyor?

26 Ekim 2007 Cuma

Tropa de Elite [2005]

Bayadır izlediğim çerez filmlerin ardından merakla beklediğim bu yapım kesinlikle tatmin edici bir deneyim sundu ve kesinlikle izleyin sınıfına dahil oldu.

Brezilya'da bile gösterime girmeden önce altyazı işlemi için gittiği firmadan kopyası çalınan José Padilha yönetimindeki Tropa de Elite korsan şekilde 4 milyon Brezilyalı tarafından izlenerek bu alanda ilginç bir rekora imza atmış. Bu nedenle gişeden zarar ederek çıkarsa gerçekten üzülürüm çünkü Brezilya'daki çürümüş polis-mafya ilişkisini gerçek kişiler ve olaylardan beslenerek sarsıcı, gerçekçi ve sansürsüz bir şekilde sunarak izleyenini tatmin ediyor.

Fernando Meirelles'in yönettiği Cidade de Deus (Cİty Of God) ile konu olarak benzerlik içeriyormuş gibi görünse de mafyaya polis bakış açısından bakıyor ve bunu yaparken de Brezilyalı sivillerin polislere bakış açısını da bize yansıtarak iki kesimin de birbirlerine karşı olan duruşları konusunda da bizi bilgilendiriyor. Cidade de Deus'da varoşlardaki insanların gözünden Brezilya'da yaşam aktarılırken, Tropa de Elite'de kokuşmuş polis teşkilatının en üstten en altına kadar nasıl bir düzenbazlık içine girdiğini ve bu durumda dürüst kalmayı başarabilmiş, çetelerin tek korkulu rüyası olan özel polis birliğinin (BOPA) mensuplarını hazmetmesi pek de kolay olmayan yöntemlerle nasıl çetelere karşı mücadele verdikleri aktarılıyor. Konuşmaya razı olmayan insanların kafalarına poşet geçirilerek, uzun uğraşlar sonucu da olsa, nasıl konuştuğunu görünce insan bu yöntemlere onay mı vermeli yoksa suçlu olsalar da onlar da insan diyerek karşı mı çıkmalı ikileminde kalıyor. Filmde varoşlarda herkes potansiyel suçlu olarak görülüyor ve ona göre muamele görüyor ve çete elemanları BOPA tarafından genellikle sağ bırakılmıyor. Çetelerin elindeki ağır silahları görünce insan bu uygulamayı haksız görmüyor da değil çünkü bu silahlar pek çok kişinin hayatına maloluyor.

Filmi izlediğinizde aklınızda sorular kalıyor oluşuyor ki gerçekçi ve güzel bir senaryoya sahip filmlerin genel sonucu bu olsa gerek. Sonuç olarak başyapıt demek belki de çok abartı gelebilir ama gerçekçi içerikli bir sosyal yapıt ile karşı karşıyayız. Filmin ABD gösterim tarihi 28 Ocak 2008, Türkiye'ye gelmesini yakın zaman içinde beklemek ise pek gerçekçi olmayacaktır. R5 sunumu ortalıkta dolaşıyor, ilginenlere duyurulur.

Benim notum: 9/10 (R5/ed2k)

25 Ekim 2007 Perşembe

Sexy / Seksi

Sık sık karşıltığınız kelimelerden biri olan seksi ifadesi nereden gelir? Cinsiyetten mi? Cinsiyete göre 'erkeksi' veya 'kadınsı' olarak anlaşılması gerektiğini düşünenler var ama anlam olarak bunlardan daha fazlasına sahip olan bir kelime, neden mi? Buyrun sözlük ve ansiklopediler ne diyor bakalım:

Seslisozluk.com'a göre 'sexy':
1. s., k. dili seksi. seksi. seksi. seksi. s., k. dili seksi. Cinsel cazibe gösteren, cinsel cazibeye sahip. seksi kimse. seksi, cinsel istek uyandıran, çekici.
2. seksi, seksi cinsel arzu uyandıran.
3. seksi.
4. seksi. cinsel çekiciliği olan.
Dilimizde okunduğu gibi kullanılmasına alışılmış bu İnglizce kelimenin sözlük karşılığı ise:
1. causing sexual arousal, erotic; appealing, attractive; concerned with sex. sexyadj.
2. marked by or tending to arouse sexual desire or interest; "feeling sexy"; "sexy clothes"; "sexy poses"; "a sexy book"; "sexy jokes" [ant: unsexy].
3. exciting sexual desire [syn: aphrodisiac, aphrodisiacal] [ant: anaphrodisiac].
4. marked by or tending to arouse sexual desire or interest; "feeling sexy"; "sexy clothes"; "sexy poses"; "a sexy book"; "sexy jokes".
5. You can describe people and things as sexy if you think they are sexually exciting or sexually attractive. It was a wonderful voice which women found incredibly sexy.
İngilizce Wikipedia'dan daha detaylı bir tanım alırsak:
Sexual attraction(Redirected from Sexy)
In a species that reproduces sexually, sexual attraction is an attraction to other members of the same species for sexual or erotic activity. This type of attraction often occurs amongst individuals of a sexually-reproducing species, although in many species it serves no immediate reproductive goal – indeed, some sexual behavior among primates is undertaken as a social

Sağda solda "ben seksiyim" diye dolaşan tipler kullandıkları kelimenin anlamını ne olarak düşünüyorlar acaba...