tarih 8 haziran 1940. 2.dünya savaşı denizlerde de tüm hızıyla sürmektedir. Bir ingiliz filosu Norveç açıklarından evine dönmektedir. Uçak gemisi Glorious ve iki eskort destroyeri (manevra kabiliyeti yüksek, hızlı fakat silah açısından güçsüz, ufak gemi, ağırlık yaklaşık 1500 ton) Ardent ve Acasta dan oluşan filo farkında olmadan tehlikenin içine doğru girer. Çevrede devriye gezen Alman filosu onları görmüştür. Alman filosu ünlü Scharnhorst ve Gneissenau savaş gemilerinden oluşur. İki gemi de battlecruiser sınıfından hızlı, silahları ve zırhları güçlü modern yüzen kalelerdir. (Her biri yaklaşık 35000 ton ağırlığındadır.)
İngiliz destroyerlerin Alman zırhlılarına karşı yapacak birşeyleri yoktur. İngiliz filosunda onları durdurabilecek tek silah; Glorious'un hangarlarındaki bombardıman uçaklarıdır. Fakat daha çatışmanın başında; Scharnhorst dünya savaş tarihinin; güdümsüz bir mermiyle yapılmış en uzun menzilli isabetli atışını yapar ve Glorious u yaklaşık 26 km den vurur. Daha ilk salvoda Glorious un kaptanı dahil 15 e yakın subayı ölmüş ve uçakların bulundugu hangarın kapakları isabet almıştır. Çatışma daha başlamadan sona ermiştir.
Fakat o sırada beklenmeyen birşey olur : Müttefiklerden umulmadık bir kahramanlık örneğiyle; Ardent ve Acasta destroyerleri dosdoğru Alman zırhlılarına saldırıya geçer. Kazanma şansları yoktur veya elde edecekleri bir avantaj da bulunmamaktadır. Yine de çetin savaşırlar hatta Scharnhorst u 9 kez torpido ile vurmayı başarırlar.
Fakat akşama doğru savaş beklendiği gibi sonuçlanır ve 3 İngiliz gemisi de batmaktadır. 3 gemideki yaklaşık 1500 personelden sadece 10-15 kurtulan olur.
Saat 19:20 de; İngiliz gemileri batmaktayken; Gneissenau nun kaptanı Alman gemilerinde savaş flamalarının yarıya indirilmesini ve kahramanca çarpışan düşmanın tüm güvertede selamlanmasını emreder...
hikaye aslında hafif klişeleşmiş, bilindik bir hikaye. ama gerçek olmak gibi büyük bir avantajı var..:))
işte sorularımı tam bu noktada soruyorum... insanoğlu niye savaşır?? hadi savaştığını anladık, bi kaşık suda boğabileceği düşmanına savaşın sonunda niye saygı duyar?? Yoksa savaş sanatı diyen Sun Tzu tanımlamada haklı mıydı?
Çatışma sırasında güvertede görevli bir askerin heyecanını ve mücadelesini hangisi açıklar?
*Ülkesine bağlılığı mı? * Düşmana nefreti mi? * Evde onu bekleyen ailesi mi? *Hayatta kalabilmek mi? * Yoksa sadece kendi başına diğer nedenlerden bağımsız bir savaş olgusu mu?
20 Eylül 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
Yeni yazarımıza ilk yazısı ile hoşgeldin diyoruz. Konu olarak senin uzmanlık alanın olduğunu ve bizim senin kadar bilgi birikimimizin olmadığını düşünürsek, yorumlarımız da biraz sığ kalacaktır diyebiliriz. Senin de yorum yazman uygun düşer anlayacağın :) Eve gidince konunun içeriğiyle doğru orantılı olarak uzun uzun düşünüp yorum yapacağım. Yazılarının devamlı olması dileğiyle ;)
Ben de hayırlı uğurlu olsun dileklerimi sunuyorum sevgili yazarımıza :)
Aslında bu savaş olgusu hayatımızın her alanında ve her anında mevcut.
İnsanlar doğum ile ölüm arasındaki süreçte herdaim süregelen bir savaşın içindeler. Önce kendi kendimizle savaşırız, küçücük bedenlerimize sığamayız.Sonra yetmez büyüdüğümüzü sandıkça ailemizle, arkadaşlarımızla, rakiplerimizle, dostlarımızla, düşmanlarımızla...herkesle her fırsatta bir sebepten ötürü savaşırız. Büyüdüğümüzde yine kendi kendimizle çatışır, hayatta kalabilmek için savaşırız. Birer birey oluruz toplumumuz için savaşırız; elimizdekiler yetmez daha fazlasını elde etmek için savaşırız. Sonra insanoğluyla savaşmak da kesmez doğaya savaş açarız; taşa, toprağa, bitkilere, hayvanlara...
Sanırım iflah olmaz yaratıklarız. Saldırgan, acımasız, doyumsuz, sevgi ve saygıdan yoksun güç budalası insan topluluklarından oluşuyoruz... Dolayısıyla hayatımızın hiç bir aşamasında savaşmaya doyamıyoruz. Biraz acı biraz karamsar ama çokça gerçek...
bu arada bnm de blog sayfam var, daha edebi takılıyorum diyemi kimse sallamıyo bnmkini :(
http://aysegulaydin.blogspot.com/
Savaş sanattır. Tzu doğru demiş. En ilkel duygumuz olduğundan sürekli de devam edecek...
Hostel'de her insanın içinde diğer canlılara zarar vermek isteyen bir dürtü vardır, kimileri bunu saklamayı becerir kimi ise beceremez der, bu bir.
Matrix'de Ajan Smith, insanoğlunu bir virüs gibi tanımlar, varolabilmek için çevresine zarar verir, bu iki.
Apocalypse Now'da, insan ruh halininin normal tabir edilen eşik değerini aşınca çevresine de kendisinde bulunan deliliği yaymaya çabalar bir nevi kendi normal değilse, çevresini de kendi gibi yaparak, normali kendi yapma arzusu ki savaş anında sürü psikolojisi içinde davranan insan evlatlarının genel durumu bana bunu çağrıştırır, bu da üç.
Savaş ortamı insan doğasında vardır yani aslında çok da yadsınacak bir durum değildir. Geriye kalan tarafları da insansıdır. Askerliği meslek olarak görenlerin dışındakiler sadece kurbanlık koyunlardır. 1957 yapımı Paths of Glory bunu çok güzel biçimde göze sokar. İncelemesini bu blog'a taşıyacağım.
Yorum Gönder