11 Şubat 2008 Pazartesi

Açların Gözbebekleri

Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon

bizim!

Onlar
bizim!
Biz
onların!
Dalgalar
denizin!
Deniz
dalgaların!

Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
açlar dizilmiş açlar!

Bunlar!
Yürüyen parçaları
o kurak
toprakların!

Kimi
kemik
dizlerine vurarak
yuvarlak
bir karın
taşıyor!

Kimi
deri... deri!
Yalnız
yaşıyor
gözleri!
Uzaktan
simsiyah sivriliği
nokta nokta uzayıp damara batan
kocaman balı bir nalın çivisi gibi
deli gözbebekleri,
gözbebekleri!
Hele bunlar
hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
bunlar
öyle bakarlar ki!...
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!
Fakat
artık imanımıza inemez tokat!
Demirleşti bağrımız,
çünkü ağrımız
30.000.000
deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!
Ey
beni
ağzı açık
dinleyen adam!
Belki arkamdan bana
bu kalbini
haykırana
"kaçık"
diyen adam!
Sen de eğer
ötekiler
gibi kazsan,
bir mana
koyamazsan
sözlerime
bak bari gözlerime;
bunlar:
Deli gözbebekleri!
Gözbebekleri!

Nazım Hikmet


"1921 yazında bir akşamdı. moskova'da gürültülü bir meydandan geçiyorduk. meydanın ortasında iki kamyon durdu. birinin üzerine bir sinema perdesi çektiler. ötekinde makina işlemeye başladı ve perdede filmin ismi göründü.

açlar.

meydandaki insan kalabalığı gittikçe arttı, kenetlendi. tramvay ve arabalar geçemedi, kenarda kaldılar.

filmi seyretmeye başladık:

açlıktan yanan bir hava içinde, kuban, don, volga ovalarındaki şehirler birer birer boşalıyordu. toprakları kuraklıktan çatlamış ve çatlakları annelerinin eteğine yapışan mecalsiz çocukları habersizce yutacak kadar mezarlaşmış, uçsuz bucaksız stepler ortasında, eğri-büğrü kafileler, sonu gelmez ufuklara doğru yürüyor, koşuyordu.

gök yüzünün hain aydınlığı içinden baykuş kahkahaları geliyor, beyaz kefenine sarılmış açlık ve ölüm iskeletinin tırpanı hiç durmadan işliyordu. güneş, baykuş kahkahası ve ölüm tırpanı altında kaybolmuş gibi sürüklenen kafileler ilerledikçe azaldı ve azaldıkça hazinleştiler. öyle ki, kuban, don, volga ovalarının, açlıktan şehirlerini bırakan insan dalgalarından arta kalanlar, göç etmek için koştukları nehir iskelelerine eriştikleri zaman artık kendilerini akan suya atacak kadar (kaybetmişlerdi).

o gecenin sabahında nazım hikmet 'açların göz bebekleri'ni yazdı." *

* ş. süreyya, nisan 1932.Fazıl Say'ın Nazı

m oratoryosundaki yorumu mutlaka dinleyin!




Yorum yapan ucubeleri okudukça ülkeyi kimlerle paylaştığımızı birkez daha görebiliyoruz.

Hiç yorum yok: